Ramazan nedir? Ne değildir?
Bir din uzmanı değilim. Hatta genele gore bilgim vasatın altında olarak bile nitelendirilebilir, ancak dinlediklerimden, okuduklarımdan edindiğim bilgileri kendi mantığımla çözümlemeye çalıştığımda, Ramazan'ın manevi özelliğinin; günün belli saatlerinde tüketimsiz kalıp, sonra iftar zamanı kıtlıktan çıkmışcasına yemek olmadığı sonucuna varıyorum. Bütün gün tutulan orucun sonunda akşam; kuş sütünün bile temin edildiği masalara oturulacağı düşüncesi ?tamamen şahsi görüşüm- esas fark edilmesi gerekenleri fark etmeyip, es geçmemize neden oluyor.
Geçen akşam bir iftar yemeğine davetliydim. İğne atsan yere düşmez bir kalabalık söz konusuydu. Müşterilerin çoğunu da oldukça mutaassıp çevrelerin mensupları oluşturuyordu. Genel çerçeveye göre uyumsuz kalan az sayıdaki insane gruplarından biriydik. Ancak büyük bir ortak noktamız vardı, tüm gün oruç tutmuştuk ve iftar için aynı yere gelmiş, aynı parayı ödemiş ve o para karşılığında gittiğimiz restoranın bize sunacağı yiyeceklerden tüketecektik.
BESİLENMEYİ ya da BESLENMEYİ seçmekse tamamen kişisel tercihlere bağlıydı, çünkü restoran ? dürüstçe söylüyorum- bizi ÖLDÜRMEYE ÇALIŞIYORDU!
İşte sunulan yiyeceklerin bir dökümü
Günün çorbası, helva, hurma, ramazan pidesi, bal, reçel, tereyağı, peynir tabağı, siyah-yeşil zeytin, salata, zeytinyağlı fasulye, çiğ köfte, içli köfte, paçanga böreği, döner, pilav, tavuk budu, püre, şiş, patlıcan kebabı, güllaç, kadayıf, künefe, dondurma
Ve sınırsız içecek; içeceklerin içinde çeşitli şerbetler, meyve suları, şıralar vs gibi daha çok Osmanlı dönemine ait tadlar vardı.
Şimdi tüketimimden bağımsız olarak gözlemlerimi, sonrasındaysa kendi seçimlerimi anlatmak istiyorum.
Top patlar patlamaz; ortamda tüm sesler kesildi. Yalnızca çatal, bıçak ve tabaktan çıkan seslere bıraktı yerlerini. Dahası bu sessizlik ? elbette biraz mutlaklığından kaybederek- tatlı aşamasına kadar sürdü. İnsanlar sohbet dahi edemeden bir tüketim yarışına girmişti. İşin tuhafı, genellikle çok büyük aileler şeklinde gelinen iftarda temel amaç ailelerin birbirlerini görmeleriydi. (Bu tamamen gözlem) Aile olarak katılan gruplar 20 kişilere yakın ?genelde üçer beşer çocukları vardı çiftlerin- nüfusla masalarda görünüyorlardı. İş yerlerinin de iftar verdiğini zannediyorum. Onlara benzeyen masalar da vardı. Ancak amaç 'hep birlikte iftarı yaşamak'ken, masalarda çıt çıkmıyor, insanlar kambura yakın şekilde oturmuş nefes almadan tüketiyordu. Az önce de söylediğim gibi, insanlar bir tüketim yarışına girmişti.
Ancak bu yarışa girenler yalnızca kendileri miydi, yoksa bu yarışa sokulmuşlar mıydı?
Bir kere iftarın ücreti, hatırı sayılır bir meblağdı. Öyle ki, bu yemeğe gitmek yerine kişi çok sağlam bir mutfak alışverişi yapıp bir kaç günlük sağlıklı tüketimini gerçekleştirebilirdi. BU PARAYI VERDİYSEM; KARŞILIĞINI MAKSİMUMDA ALMALIYIM mantığı, pek çok kişinin bilinçaltında yer alıyordu. Ne pahasına olursa olsun, verilen paranın karşılığı alınacaktı. Bu durum bana fast food reklamlarındaki 'hep daha fazlasını iste' sloganını anımsattı. Aynı paraya daha fazlasını almak isteyen kişilerle doluydu ortam. Bu kalabalığın içinde henüz onlu yaşlarını süren ve hatta belki de henüz on yaşına bile gelmemiş çocukların da olması işin en korkutucu tarafıydı.
İkinci gerekçe ise, restoranın sayısız çalışanının SÜREKLİ bir şekilde ve hiç YEME MOLASI dahi vermeden servis yapmasıydı. Öyle birşeydi ki, eğer hemen tüketmezseniz, tabağınız dolup taşacak gibiydi, bir sonra gelen şey de tabağınızda soğuyacaktı. Zannediyorum, bu kaygı da insanların sus pus olup, önlerine atılan her yemeği tüketmelerine ?hatta kimi zaman doğru dürüst çiğneyemeden yutmalarına- neden oluyordu.
Abartıyorum gibi gelebilir ancak, bu tip bir iftara giden herkesin benzer sahnelerle karşılaştığını, ya da karşılaşacağını düşünüyorum.
Kendi tüketimime gelince... Olaya yukarıdan bakarak bu iftarı geçirmeye karar vermiştim. Kararlarımı ben verecektim, restoran; ya da onların servis politikası değil. Bu bilinçle ve elimden geldiğince masadaki ürünlere yabancılaşarak yaklaşmayı denedim.
Orucu su ile bozdum, genelde de bu şekilde bozuyorum, çünkü gün içinde en çok eksikliğini hissettiğim şey su oluyor. İftariyelikler benim için bir şey ifade etmiyordu. Dolayısıyla salatadan bir kaç çatal aldım. Sonra masadakilerin İSRARIYLA ?ah bu israr- hurmalardan bir tanesinin yarısını yedim. Ama hurma diyince bildiğimiz hurmaları düşünmeyin, malta eriği büyüklüğünde ve glikoza yatırılan hurmalardandı ? ki üzeri parlak olan tüm hurmalar glikoz takviyelidir- Yalnızca yarısını yedim.
Gelen tüm yiyeceklerden zehir miktarda diyerek tadmak bile, bir insanın kapasitesini zorlamak anlamına geliyordu. Ben de şöyle bir karar aldım, herşeyden tadmak zorunluluğu yoktu. Yalnızca gerçekten tadmak istediklerim, ya da merak ettiklerim tadılacaktı.
Bu tip bir kültürden gelmediğim için, ramazana özel tadlar hayatımda çok sık bulunan yiyecekler olmadığından, ömrümde hiç şıra ya da şerbet içmemiştim. Dolaşan şerbetçilerden, çok az miktarda bardağıma koymalarını rica ettim. Adamların gözleri kocaman açıldı. 'Abla al istemezsen içmezsin, içecekler ücretli değil' dedi bir tanesi. Ben de masada kalırsa ziyan olacağını tadımlık koymasını rica ettim. Ve elimde şu büyük bardaklar vardır ya, onların yarısından fazlası dolu bir haliyle kalakaldım J Diğer doldurulan bardakları incelediğimde ise, şıracının kendi normlarına göre az koyduğunu görmüş oldum. Zira pek çok kişinin bardağında DUDAK PAYI DAHİ YOKTU! J
Şıra ve şerbetlerden küçük yudumlar halinde tattım. Herhangi biri cazip gelmediği için küçük birer yudumdan ötesine devam da etmedim, uyarılarıma rağmen yarıdan fazlası dolu olan bardaklar içeri gitti.
Eskiden böyle davranan birini görsem, ne nanemolla kadın, diye geçirirdim içimden. Şimdiyse kişilerin kendi insiyatifleri olabileceğini deneyimlemek, önüne konan herşeyi tüketmeyen kişilerin nanemolla kimseler olmadığını öğretiyor bana.
Yemek kısmında detaya girmenin manası yok ancak, içli köfte ve börek gibi kızartma olanlardan tüketmedim. İsteyip tüketmemek şeklinde değil, yiyeceklere daha farklı bakmaya çalıştım. Oldukça yağlı yiyeceklerdi, ekmekli bir başlangıç yapmadığım için de midemi yakabilirlerdi. Bu nedenle, ızgara et servisinde tercihimi kullanmaya karar verdim.
Sunulan miktarların tamamını bitirmek yükümlülüğü hissetmeden, ağır ağır ?ki restoran buna pek izin vermiyordu- tüketmeye çalıştım. Sonuçta et tüketimim 8 lokmayı geçmeden (kendime böyle bir sınır belirlemiştim) iftarı atlatmayı başardım. (Çorbadan iki kaşık, salatadan da bir kaç çatal tükettim.) Tüketimim az olarak nitelendirilemez, ancak kendi adıma büyük bir başarı olduğunu söyleyebilirim.
Atlatmak, çünkü; siz ağır ağır ve fark ettirmeden tercihinizi yaşamaya çalışsanız da, çevreniz 'aa niye yemedin, yesene' demeyi ne yazık ki bırakmıyor. J 'Az' kavramını farklı yorumlayan kişilerin, sizin 'bugün de %20 tıkınma hakkımı kullanıyorum' dediğiniz gününüzü, 'hiç bir şey yemiyorsun' olarak nitelendirmesinin doğal sonuçlarıydı bunlar. Ki normal. Evvelce ben de AYNEN BÖYLE DÜŞÜNÜRDÜM. Bir kere gelmişiz yani yemeyecek miyiz ???? J Bir de tüketim hızı genele göre çok yavaşlayınca, durumu gözlemlemek fırsatı daha da artıyor.
Sonuç olarak masadan kalktığımda, son derece doygun hissediyordum. Herkes mide ağrılarından bahsederken, ben hiç bir sıkıntı yaşamadan 'istediğim' yiyeceklerden tadarak iftarı tamamlamıştım. Benim tadacağım şeylere restoran müdürünün seçimleri yön vermemişti. Açıkçası bu durumdan da gururlanmadım değil. Hayır diyebilmeyi bir günde öğrenmek çok mümkün değil, ancak ağır ağır öğreniyor ve uygulayabiliyor olmak beni çok mutlu etti, hala da ediyor.
Hele ki önünüze dört koca çeşit tatlı konduğunda, yalnızca en çok tadmak istediğinizden bir çatal alıp, sonra dikkati çay içmeye yöneltebilmek.. ya ben hep imrenirdim o tiplere.. J sonunda ben de yaptım. Aferim bana.
Son olarak, ibadetin bu şekilde yorumlanmasını hem oruçun amacından saptırılması, hem de insanların korkunç derecede sağlıksızlaştırılması olarak görüyorum. Tüm gün bir şey tüketmeyen kişilere, bir buçuk saat içinde dört kişilik yemek verilip tükettirilirse, kalp krizi de, tansiyon fırlaması da insanın başına gelir. Ve insanlar 'aç' olanla, 'yoklukla savaşanla' empati falan kuramaz. Akşam sekiz buçukta ziyafet var, herşeyi de yiyeceğim mantığıyla tutulan bir oruçta ?bence- maneviyat da aranamaz.
HK Performans Üyesi B.E.Y.
Gözlemi için Teşekkürler.
Etiket, Ramazan Sağlıklı Beslenme, Ramazanda kilo almamak, Ramazanda Beslenmek